“Kültür Başkentimizde” keyifli yolculuğun ikinci bölümüne hoş geldiniz!
Son olarak Roma Stadyumu önünde kalmıştık. Medeniyetler beşiği şehrin 2. ve 3. asır antik dönem kalıntıları üzerindeki meydanda bir de minare yükseliyor.
Dönemin en güzide örneklerinden olan Murad Hüdavendigar Cami, “Cuma” veya Bulgarcada “Cumayata” olarak biliniyor.
Birinci Murat Hüdavendigar tarafından 14. yüzyılda inşa edilmiş olan bu camii aynı zamanda Hüdavendigar Camii olarak da bilinir. Tek minareli yapısı ve ilgi çekici bir mimarisi bulunan bu meşhur camii hem ibadete açık, hem de şehri gezen turistlere açıktır. Caminin ön cephesine daha sonraki yıllarda Plovdivli ahşap ustaları tarafından yapılan ahşap süslemeli duvar ve dış cephe de, bu camiyi farklı ve özel kılıyor. Tam orada oturup, köpüklü bir Türk kahvesi ile mola yapma zamanı dedi ve ardından “Stariya grad”- Old Town- Eski Şehre yol aldık.
“Starinen Plovdiv” – Eski Şehir UNESCO’nun koruması altında muazzam bir atmosfer taşıyan komplekstir.
Nebet Tepe, Cambaz Tepe ve Taksim Tepe üzerine kurulmuş eski şehir Bulgarcada “Üç Tepeler” anlamına gelen “Trihılmie” adıyla anılır.
140’a yakın ev 1820- 1860 yıllarının spesifik mimarisini taşır. Oradaki evleri görenler semti Safranbolu veya Cumalıkızık gibi evlerin mimarisini benzetir. Ancak bu evler hem Osmanlının ı mimarisini taşır, hem de yerli zanaatçıların, ahşap oymacıların, ressamları ve sanatçıların ustalıklarını sergiler.
“Aşhap ile güneşi en iyi betimleyen evler”, Avrupa ile İstanbul arasında ticareti yapan zenginler oldukları için, Fransa’da, Avusturya’da gördüklerini de bu evlere taşır. Örneğin duvarlarda “A-la Franga” denilen “Fransız usulü” duvar kağıdı gibi resim sanatıyla boyamalar, duvarlarda yerli ustaların ahşap oyma figürleri, Avrupa’dan alınan mobilyalar, Türkiye’den getirilen objelerle bu evler gerçekten eklektik bir Doğu- Batı esansının hissini veriyor.
Birçok ev dönemin zengin ailelerine aitmiş.
Onlardan en güzide örneklerden biri ise Argir Kuyumcuoğlu’nun evidir. Adından da belli olacağı gibi, bu evin sahiplerikuyumculukla uğraşırmış. 1847 yılında yapılan muazzam ev, daha sonra zengin aile tarafından terk edilir, bir süre tütün deposu olur, sonradan şapkacı atölyesine çevrilir ve 1938 yılında Bölge Etnografya Müzesine ev sahipliği yapar.
Plovdiv turunda bu ev önündeki fotoğraflar da turun “olmazsa olmazları” arasında.
Balabanova Evi, Hintliyan Evi, La Martin Evi, Dr. Çomakov Evi de gezilecekler arasında.
Hisar Kapı
Kuyumcuoğlu Evine 250 yıllık taş yoldan varmadan önce mutlaka ya bir gelin- damat, ya da başka bir fotoğraf çekimi görürsünüz. Çünkü o Üç Tepe’yi çevreleyen kale surlarından bir kapı hala dimdik ayakta ve bugün de Plovdiv’in tarihi cehresinin simgesi olmuştur- Hisar Kapı.
Üç kapıdan biri şu an hala korunuyor. 11.- 13. yüzyıldan kalan bu kalenin kapısı en sevilen fotoğraf noktalarından biridir.
Osmanlı döneminde bütün bu evler kale surlarının üzerine, onların duvarlarına inşa edilmiştir.
Hisar Kapı’nın üst duvarında Kuyumcuoğlu Evi, alt duvarında ise “Sv. Konstantin i Elena” Kilisesi bulunuyor.
1832 yılında inşa edilen kilise, Plovdiv’in resim ustalarının fırçalarından adeta bir sanat eseri gibi süslenmiş, içinde ahşap oymalı ikon çerçeveleri ise, altın yaldızla boyanmış ve kiliseye çok farklı bir tarz katmıştır. Çiçek ve doğa unsurları detaylarında ise, geç Lale Devri’nin elementlerini görüyoruz.
Bu “butik kilise” olarak tabir ettiğim yapı güzelliği ile dikkat çekerken, özellikle düğünlerde nikah ve çocuklara vaftiz törenleri için tercih ediliyor.
Turumuzda eğer susadıysanız, kilisenin bahçesinde mermer oluktan akan ve “Bunarcık” (Pınarcık) tepesinden gelen buz gibi berrak su ile biraz ferahlayabilirsiniz.
Plovdiv’i kuş bakışı görebileceğimiz bir seyir tepesi olan “Nebet tepe” (En yüksek nokta olduğu için burada devriyeler nöbet tutuyormuş) iki yıldan beri arkeolojik kazılar devam ettiği için haka turistlere kapalı.
Dönüş yoluna geçtiğinizde ise Antik Tiyatro yolunda çok ilginç durak yerleri var.
Mevlevihane
Az bilinen ve ne yazık ki bugün kapıları kapalı olan yerlerden biri “Mevlevihane” evidir. Bazı kaynaklara göre evin temelleri 141o yılında bir mevlevi ocağına dayanıyor. Bütün Plovdiv Eski Şehir kompleksi’nin tek müslüman ibadet yeriymiş. Dervişlerin kervansarayı ve semazenlerin döndüğü, Sarı Saltuk dergahından alperenlerin geçtiği bir yer olduğu tahmin ediliyor.
Mevlevihane’nin bahçesinde dervişlerin sukünet ve tevazu içinde girdikleri, tasavvuf kültürünün “olmazsa olmazı” çilehane kısmı hala evin bahçesinde duruyor. Oraya turistlerle girip mevlevileri ve semazenleri anlatmak mümkündü. “Puldin” restoran olarak uzun yıllar hizmet Verdi ev, ancak Covid- 19 pandemiden sonra kapılarını kapattı ve şimdi Mevlevihanenin sadece beyaz duvarlarını görebiliyor.
Antik Tiyatroya varmadan köşede çok eski bir sarı yapı. Adı üzerinde “Sarı mektep”. Tarihi olan bu mektebin dış cephesinde hala original Osmanlıca ve eski Bulgarca kitabeleri bulunuyor. 1868 yılında Bulgaristan’ın ilk lisesi olma özelliğini taşıyan bu mektep, İstanbul merkezi yönetimin desteğiyle açılmıştır. Kitabeden hem Osmanlıca, hem Bulgarca mektebin “Yüce Ekselanslar Sulatn Abdulazis atarafından vatansever Plovdiv halkına hibe edildiği” yazmaktadır.
Antik Tiyatro
Antik Tiyatro 2. yüzyılın başında Roma hükümdarı Marc Ulpiy Trayan tarafından kurulan muazzam bir yapı. 3500 seyirci alan tiyatro, 1995 yılında Milli Arkeoloji ve Tarih Anıtı listesine alındı. “Plovdiv 2019” Avrupa Kültür Başkenti açılışı ve önemli temsil ve konserler orada hala sahne alıyor.
Antik Tiyatroyu da gördükten sonra, Plovdiv’in ana caddesine dönme, lezzetli bir dondurma yeme, sokaktaki kafelere oturup, en dinamik şehrin insanları ve konuklarıyla Bulgaristan’ın en canlı ve renkli şehrin hayatını hissetme zamanı gelir.
Plovdiv’deki ana cadde Bulgar gülü ürünleri ile, el sanatı ile çiftçi pazarları ile, güzel butikleriyle gerçekten tam bir şehir cümbüşü sunuyor.
Sevda DÜKKANCI
Razgrad İbrahim Makbul Paşa Camii'nin restorasyonu tamamlandı ve önümüzdeki yıl ziyaretçilere açılması bekleniyor. Razgrad Valiliğinden yapılan açıklamaya göre, “milli öneme sahip anıt” statüsü içeren cami müze olarak kapılarını açacaktır. Kültür..
UNESCO’nun Yaşayan Miras Listesine Bulgaristan’dan daha 8 değerin eklendiği bu günlerde Veselina köyüne has “Gelin kınası” geleneği nin Bulgaristan’ın “Yaşayan İnsan Hazinelerinin” bir parçası olarak yer almasının 2. yıldönümünde folklor..
Karpuz macunundan Dervişler Günü’ne kadar Bulgaristan’ın yeni “Yaşayan İnsan Hazineleri” hangileridir? Bulgaristan’ın farklı bölgelerine has olup nesilden nesle aktarılan sekiz otantik gelenek ve yetenek, somut olmayan kültürel..