Türkiye'de Kuzey Işığı Yayınları etiketiyle yayımlanan "Kayıp Zamanın Çocukları & İstanbullu Bulgarlar" kitabında genç gazeteci-yazar Vercihan Ziflioğlu, 5 asırdan uzun zamandır İstanbul’da yaşayan Bulgarlar'ın hikayesini kaleme aldı.
Bulgar tarihi açısından çok önemli olan bu grup, günümüzde 400'den az kişiden oluşmaktadır. Bulgar topluluğun sayıca azalmasında İstanbul'da son Bulgar okulunun 1970 yılında kapanmasının etkisi de var.
Vercihan Ziflioğlu, iş arkadaşamız Marian Karagözov'un sorularını yanıtladı.
İstanbullu Bulgarlar'a ilginiz nereden kaynaklanıyor?
Çocukluktan başlayan bir serüven. Bunu kitapta zaten anlatıyorum. Babam çok entelektüel biriydi ve farklı uluslara, farklı kültürlere çok merak duyardı. Evimize sürekli farklı insanlar gelirdi. Küçüklüğümde bir gün Şişli'den geçerken, babam bana “Bak, dedi, bu bir genel kültürdür, burası Bulgarlar'ın Patrikhanesi, bizim Patrikhane gibi. Burayı hiç unutma”, dedi. Gazeteci olduktan sonra bir gün tesadüf eseri yolum Bulgarlar'la kesişti. Hristiyan olmama rağmen İstanbul`da Bulgarlar'la hiç temas etmemiştim. Belki etmiştim, ama farkında değildim, çünkü kendi kamufle ediyorlardı. Yavaş yavaş gazetecilik serüvenimde Bulgarlar'la karşılaşmaya başlayınca, babamın sözleri kulaklarımda yankılandı. Yani her kültür zenginliktir ve bu zengin genel kültürün bir parçasıdır. Sonrasında yavaş yavaş yol almaya başladım.
Çalışmanızda ne tür kaynaklar kullandınız?
Ben tarihçi değilim ve tarihin o yapay dilinden nefret ediyorum, çünkü tarih bize insanların yaşadıklarını doğru anlatmıyor. Oysa ben insan izindeyim, dolaysıyla insan acıları beni ilgilendiriyor. İstanbullu Bulgarlar'la ilgili hiçbir data yok. Ulaşmanız neredeyse imkansız. Bu İstanbul’un tarihi açısından büyük bir kayıp. İstanbullu Bulgarlar'la her buluşmada not almaya, karakterlerin analizlerini yapmaya başladım. Topluluktan Hristo Kopano ile buluşana kadar aslında, kitabın ruhunu çok fazla yakalayamamıştım. Hristo Kopano Bulgar Ekzarhanesi Yönetim Kurulunda, fakat İstanbul ve Bulgaristan tarihi konusunda ben ona “Larousse (büyük Fransız ansiklopedisi) gibisin”, diyorum. Kendisi bana fener oldu diyebilirim.
Bu nedenle mi kitabın adı “Kayıp zaman çocukları” oldu?
İstabullu Bulgarlar'la ilgili hiçbir arşiv, bir şey yok. Sanki İstanbul’da hiç yaşamamışlar gibi. Bu bana hüzün ve acı verdi. Ben bir zaman kapsülüm yok, ama elimden gelen imkanlarla geçmişe geri dönmeye çalışıyorum.
Kitabınızı yazarken, karşınıza çıkan enteresan bir hikaye var mı?
Benim bir erkek arkadaşım vardı, çok erken yaşlarda. Onu Rum olarak biliyordum ve yıllar sonra babasıyla bir gün buluşmamızda bana "Makedonum", dedi. Kafamda bir şimşek çaktı. O erkek arkadaşımın Bulgar olduğunu öğrendim. Pek çoğunun üst kimlik olarak kendilerini Makedon olarak tanımıyorlar ve ben kendine şu soruyu sordum: “Bir kimlik insanın ruhudur, aidiyettir, dolaysıyla insan kendine nasıl başka bir kimlikle ifade edebilir?” Mesela, bir Raço Donef var, Bulgar, iki tarafı da Bulgar, “Ben Hellenim” diyor. Ben dedim ki: “Hellen mi, yani Rum mu demek istiyorsunuz?” – “Hayır”, dedi, “Ben Hellenim”. Yani, ne Bulgar diyebiliyor, ne Rum diyebiliyor, kendi kendine bir tanım yaratmış.
Acaba şimdi Türkiye’de bu konuya ilgi var mı?
Kitap çıktığında insanlar kelimenin tam anlamıyla büyük bir şok yaşadılar. Kitap halihazırda çok satanlarda ünlü bir kitap zincirinde. “İstanbullu Bulgarlar” - duyunca insanlar şoke oluyorlar ve bana çeşitli soruları soruyorlar, “Kim bu Bulgarlar – Bulgaristan’dan gelenler mi, oysa Jivkov döneminde Türkiye'ye gelen Türk soydaşları sanıyorlar, ya da Bulgaristanlı son döneminde gelen sanıyorlar ve ben hepsine baştan anlatmak zorunda kalıyorum, çünkü İstanbullu Bulgarlar hakkında bilgileri yok.
Kitabınızdan çıkan mesajı ne?
Dünyanın her neresinde olursak olalım, hangi ırka, hangi dine mensup olursak olalım, içimizde yaşayan her kültürden azınlıkları korumamız gerekiyor. İnsanı ve tarihi yapan elementlerin hepsine sahip çıkmamız gerekiyor. Biliyorum, maalesef, her birimiz politikaların kurbanıyız ve onlardan kurtulamıyoruz, ama her insan ve her kültür tarihe not düşmeli diye düşünüyorum.
Fotoğraflar: özel arşiv
Konyovets köyünde bulunan “Kabiyuk” harası, 1864 yılında Ruse Valisi Midhat Paşa tarafından Osmanlı ordusuna at yetiştiricliği yapılması amacı ile kuruldu. Varlığını Bulgaristan’ın kurtuluşuna kadar sürdüren hara, 1878 Rus-Türk Savaşı’ndan sonra bir..
Bilek güreşi, ülkemizde prestijli bir spor türü olarak az anılsa da Bulgaristan bu dalda dünya gücü olmak konusunda iddialıdır. Bulgar bilek güreşçileri, gerek Avrupa gerekse de dünya şampiyonluğunu defalarca kazanmış bulunuyorlar. Plamen..
Taş çatılı eski evleri, kıvranarak yukarıya doğru dağın içine giden yokuş sokakları ve yüzyıllık sırlar saklayan taş duvarları ile Kovachevitsa en güzel ve romantik Bulgar köylerinden biridir. Varlığını zamana aldırmadan sürdüren..
Bilek güreşi, ülkemizde prestijli bir spor türü olarak az anılsa da Bulgaristan bu dalda dünya gücü olmak konusunda iddialıdır. Bulgar bilek güreşçileri,..
Konyovets köyünde bulunan “Kabiyuk” harası, 1864 yılında Ruse Valisi Midhat Paşa tarafından Osmanlı ordusuna at yetiştiricliği yapılması amacı ile kuruldu...