Bir asırdan fazla zamandır, o orada. Berrak baraj sularının ortasında tek başına duruyor. Kışın, rüzgarlar ve karlı fırtınalar üzerinden geçiyor, temellerini ise buzlar kaplıyor. Yazın ise, kavurucu güneş acımasızca yüzyıllık duvarlarını, delik deşik olan çatısını ve zamana açık kalan kapı ve pencerelerini kızdırıyor. Jrebçevo suları altında kalan kilise, insan kalabalığından ve insan kibrinden uzak, kaybedilen umudun ve inancın sessiz bir şahidi olarak duruyor.
Bir zamanlar sular, Zapalnya köyünü ve daha iki çevre köyünü yutmadan önce, kilise, vadideki hayatın tam ortasında bulunuyormuş, çan sesi ise Orta Dağı (Sredna gora) eteklerinde bulunan ve renkli halıyı andıran mis kokulu gül yağı bahçeleri üzerinde dalgalanıyordu.
Osmanlı egemenliği sırasında Zapalnya köyü gül yağının elde edilmesinde kullanılan 120 gül kazanı ile ünlüymüş. O dönemlerde köy, önemli bir ticari merkez konumundaymış. Buradan Kazanlık-Edirne yolu geçiyormuş, bundan dolayı da yol boyunda birkaç han varmış. 1472 yılına ait bir Osmanlı belgesine göre, Zapalnya köyü başka isim altında da olsa, daha 13. asırda mevcutmuş. Fakat çocuk sesleriyle, usta çekiçleri ve at nal sesleriyle yankılanan o düzgün evlerden ve dar sokaklardan bugün eser kalmamış.
Kilise, 4-9 asıra ait başka bir kilisenin yerine 1895 yılında inşa edilmiş. Geçen asrın ortalarında başkentten haber gelmiş. Tunca nehri sularının toplandığı yere bir baraj kurulacakmış. İlk başta yerliler kulaklarına bile inanamamış, şaşkınlık içinde kalmışlar, daha sonra yalvarmışlar, protestolar düzenlemişler, ancak nafile - onların kaderleri çok önceden belirlenmiştir.
Yıl 1962. Baraj suları, Zapalnya ve komşu Jrebçevo ve Dolno Paniçarovo köylerini, kelimenin tam anlamıyla bir gece zarfında onları “yutuyor”. Ve bu köyler ebedi olarak barajın dibine gömülüyor. Fakat kaybolan dünyadan küçük bir parça bugün de yok edilmeyi reddediyor ve direniyor. Bu da eski kilise. Kilise, küçük bir tepenin üzerinde kurulu olduğu için ayakta kalıyor.
Neredeyse yarım asırdır kilisenin yalnız silueti, Jrebçevo baraj sularında hayalet bir gemi gibi duruyor. Baharda su seviyesi yükselince kilise yarıya kadar sular altında kalıyor, yaz aylarında ise dalgalar temellerinde dalgalanıyor.
Tüm doğa şartlarına ve geçmişe rağmen, duvarları dimdik ayakta duruyor. Rivayete göre, duvarları Travnya ustaları tarafından inşa edilmiş.Eğer dikkatli bakılırsa duvarlarında midye ve küçük taşların yapışık olduğunu göreceksiniz.
Aslında buradaki “Aziz İvan Rilski” kilisesi, baraj suları altında kalan tek kilise değildir. Koprinka, Ogosta, Loboş barajlarında da buna benzer manzaralar var...
Kilisenin temellerinin çevresinde ise birkaç taş hacı var. Bir zamanlar, yüzü baraja bakan bir anıt da varmış. Üzerinde de “Zapalnya köyü, 15. asırda kurulmuş, 1962 yılında ise göç edilmiş.”yazılıymış. Fakat tahmin ettiğiniz gibi, bugün bu anıttan eser kalmamış. Bugün çok az insan baraj vadisininın dibinde kalan köyü, köylüleri hatırlıyor. Her köylünün ayrı bir kaderi, umudu ve tabii ki hayal kırıklıkları varmış.
O köyülülerin çocukları, dünyanın yüzünden silinen üç köyü hala hatırlıyor ve her yıl “Aziz İvan Rilski” gününde biraraya gelip, atalarını anıyorlar.
Diğer taraftan Jrebçevo barajı, kamp yapmayı sevenlerin uğrak yeri. Aynı şey ressam ve fotoğrafçılar için de geçerli. Onlar buraya gelip en güzel resim ve fotoğrag için ışık ve ilham kaynağı arıyorlar...
Bugün buradaki sessizliği ancak dalgaların sesi, rüzgarın oyunu ve....koyunların melemesi bozuyor.
Yaklaşan fırtınaya aldırmayıp koyun sürüsünü meraya çıkaran bir çobana soruyorum:
- Sürünün resmini çekebilir miyim?
- Fakat senin burada, bu ıssızlıkta ne işin var?- diye soruyor çoban.
- Burada sessizlik, batırılan kilise hoşuma gidiyor- cevabını veriyorum.
- Bunun neyini beğeniyorsun? Görmüyor musun, kiliseden arda birşey kalmamış. Köy de yok, insanları buradan kaçtı, kim nereye gidebilirse. Tanrı bizi unuttu. Çok yakında biz de göçedeceğiz bu dünyadan ve o zaman anılar da bizimle beraber sönecek...
Çeviri: Şevkiye Çakır
“Nova” TV’ye konuşan Turizm Bakanı Evtim Miloshev , “Önümüzdeki kış sezonunda Bulgaristan'a 2 milyondan fazla yabancı turistin gelmesi bekleniyor” dedi. Bir günlük ve transit geçişler de dahil olmak üzere, toplam yabancı ziyaret sayısının..
Nikopol (bir zamanlar Niğbolu) kentini “Asırların şehri” olarak adlandırıyorlar. Roma İmperatoru Marc Avrelius döneminde 169. yılında, yani 2. yüzyılda ortaya çıkan kent, 629 yılında Bizans İmperatoru Nikifor 3. Foka tarafından ele geçiriliyor...
Doğu Rodoplar’ın büklümlerinde saklı olan Pçelarovo köyünde anlatılan rivayete göre eskiden bölgede bulunan asırlık meşe ormanları ve ceviz ağaçlarının kovuklarında yaban arıları kendilerine yuva yaparmış. Köyün adından da anlaşılacağı üzere..